23 Kasım 2011 Çarşamba

Dünyada Cennet Ve Cehennem Hali ?

Rüya;
İnsan Ne Hal Üzerinedir der; Cenab-ı Hak.

''İki insanın Allah Nezdindeki yeri:(dünya nasıl bir cennetki,;bir anda insan için, cehenneme yerine dönüşüyor''.

Cehennemin dehşetli görünüşü, açık ve belirgin olmakla beraber, gizli ve perdeli bir şekilde kendini insana hatırlatıyor. Yaratan, gerçek hayat sahibi Allah, her durumda ve varlık alemin de, bize cennet ve cehennemin o dehşetli şöhretini belirttiriyor.

Araf 7/41 Onlar için cehennemden bir döşek/beşik ve üstlerinde kılıflar vardır. Zalimleri böyle cezalandırırız biz.

Dünyada yaşanan olayların sonucuna nispeten, suyu kaynatma derecesinde derilerimizi yakan o sıcaklığın dehşeti, bize cehennemin büyüklüğünü hatırlatır ki, doğrusu insan bunda hem duyarsız bir halde, hem de umarsızca bir davranış halinde. Ateşle pişirilen etin durumu ne hale geliyorsa, cehennem ateşinin sıcaklığı derileri bu hale getirir ki, korku ve dehşetin öfkesi cehennemin her bir yerinde böyle bir kızgınlık ve öfke ile insana karşı düşman olur. Bu dünya alemi için dost olan ateş, cehennemde kızgın acı veren bir düşman olur. Bu alemde yemeklerimizi pişmesine yardımcı olan ateş, cennete öyle bir rahmet verir ki, bu durum şuna benzer;

Baba ve anne tarlasının hasat’ını yapmak için oğullarını ekinli araziye gönderirler. Oğul araziye varır, gözüne bir yer kestirir, bu tarlanın en aşağı uç kısmıdır. Burada hasat yapmak için zeminin kuvvetli olmasına dayanak olarak, sulanıp bir silindir ile düzleştirilecek bir şekilde, uygun bir hale gelmesi gerekiyor. Bu durumu bilen o kişi, orayı sulamak için tarlanın sınırında bulunan arıkta su bırakmak için kanala doğru yönelir.

Tam tarlanın ortasında iken arıkta suyun aktığını görür. Hemen yukarıya bakar, adamın birisi arığın içinde bir şeyle uğraşıyor. Biraz ilerleyince arıkta akan suyun çoğaldığını fark eder. Yukarı doğru giderken su yukardan aşağı akar haldedir ve artık su arığı aşmış ve tarlanın içine akıyordu. Adam bir panikleme ile, diğer kişiye yönelirken fark etti ki, o kişi o kadar çok su bırakmış olmalı ki, onun arıkta biriken taşları çıkardığını, ve bu taşların suyun taşmasına sebep olduğunu düşünür.

Tam bu esnada kendisini suyun içinde bulur. Sağına doğru bakar, buğday biçilmiş bir halde tarlada yatıyordu, sular tarlayı bir kenarda sarmıştı. Giderek tarlanın aşağı doğru kısmını bütünüyle içine almıştı. Adam yanında geçip gitti. Geriye dönüp baktı, adamla kendi arsında tarlanın ortasında yatay bir arık uzanıyordu. Onun tarafına geçmeyi düşündü, ancak bir anda o arığın içinde suların önüne kapıp fırlatıp, götürdüğü taşları gördü. Dehşetli bir hal aldı adamı. Bakışlarının arasında, o küçük arık kocaman taşları fırlatıp atıyordu ki, taşlar bir pamuk gibi savruluyordu. O adamın yanına geçmek istiyordu, fakat o dehşetli su arığı adamın içine öyle bir korku salmıştı ki, biraz önce o çukurda korkusuzca geçen adam, çukurun öbür tarafındaydı.

Artık kendisiyle onun arasında dehşet verici bir çukur var. Onun üzerinde atlamak nerde, ona bakmak bile artık güçtü. Bir anda çukura doğru eğilerek karşıya geçmek istedi. O çukur öyle bir öfkeli halle akıyordu ki, içindeki bir adamı sürükleyip götürüyordu. O su azgın bir halde öfke ile dolmuştu, acımıyordu. Oğul eğilirken su arığının içinde birden, dışarıya doğru gelen ve kaçan bir adamı fark etti. Adamın arkasında öyle bir çukur vardı ki, onun içinde sanki çok uzaklardan yanan ve hızla yaklaşan bir kızarmışlık vardı. Çukurdan çıkan ve hızla kaçan o adamın halini gören oğul, arkasına bakmadan kendini biraz önce su arığında suyu bırakan adamın tarlasındaki, sınırında bulunan ağaçlar arsında bir boşluk bularak kendisini o can havliyle dışarıya attı. O korku haliyle kaçarken, etrafına baktığında kaçışan insanları görmüştü. Sonunda bir yere ulaşır. Burası artık onun için ehemmiyetli bir yerdir. Ancak orada da, lavların püskürttüğü kızgın ateş parçacıkları çok uzaklarda küçük bir damla su kadarken, ona bir dehşet veriyordu. O artık bir korku haliyle yolun kenarında duran beyaz taksiye binip kaçmayı düşünüyordu.

Kaçmak çare olacak mıydı, o oğulla; artık her bir yer onu sersem bir hale sokuyordu, korku ve dehşet hali ona kaçmaktan başka bir çare bırakmamıştı, ama sığınacak ve dayanacak her yer ona bir düşman muamelesi görüyordu.

Diğer kişi o dehşet verici durum karşısında ne yapmıştı, diye sorarsak?

O sanki böyle bir şey yaşanmamış gibi, o kaçan oğullu seyretti, ona nimet olarak merhamet ve şefkat kapısı açılmıştı. Zaten o böyle bir şey yaşamadı da, görmedi de. Alem bu insana nimetin güzelliklerini bağışlamıştı. Bu cihan onun için şefkat ve merhamet yurdu olduğu için, Ahiret’te de onun için bir korku olmayacaktı. Her şey ona bir sevgi ile yaklaşıp, ona karşı sevgisini bağışlamıştı. O merhametini ve sevgisini bağrında hayatın gayesine bir tebessümle, nazik bir halde, bir okşayış ve dokunuşla bitkilere tattırıp, değişim gösteren o büyüklüğün çekirdeklerine ilgi ve alakadar bir dayanak noktası bilip. Böyle bir öğreti ile nizamla hareket edip mutlu olmuştu. Her bir çeşmenin damlası ona Rahmeti ilahi’nin yumuşak gizemini göstermişti. Bu büyük Azameti Kibriya ona ilahi Rahmet yurdu oldu. Ona ne bir hüzün nede bir acı verdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder